Felsefe ve iç mimarlık bazı noktalarda kesişmekte, üst üste düşmektedir.
Felsefe ve iç mimarlık arasında var olan ilişki düşünme, dil ve anlam üzerinden giderek aranabilir, ortaya çıkarılabilir. Bu kesişen noktalardan yaşama dair birtakım cevaplara ulaşılabilir.
Felsefe düşüncelerin ve yaşama ait kavramlara dair soruların dil ile ortaya koyulduğu bir alan iken, iç mimarlık ise tasarlanan şeylerin inşa etme yoluyla gerçekliğe dönüştüğü bir alandır. Mimarlık ve felsefe, her ikisi de kavramlardan yola çıkarak bir sonuca ulaşırlar. Kavramlar ya da sorun olarak gördüklerimiz üzerine düşünürüz, bunları ifade edebilmek için birtakım araçlar kullanırız ve bir anlam bulmaya çabalarız.
Bizi bir şeyler üzerine düşünmeye çağıran felsefede de iç mimarlıkta da yaşama dair kavramlardır. İç miarlıkta tasarlama eylemini gerçekleştirirken kendimize birtakım şeyleri sorun ederiz ve bu dert edindiklerimizin üzerine gideriz. Dert edinilenler soyut veya somut kavramlar olabilir ama ilk çıkış noktasında aslında genellikle soyut kavramlardır bunlar. Daha ilk anda bir biçimsel yaklaşımla mevzuya girmek çarpık bir sonuca ulaşılmasına neden olabilir.
Bir somut yargıya ulaşmadan, müdahalede bulunmadan önce mutlaka sorun edilen kavramlar üzerine düşünülmelidir.
Felsefe varlık, bilgi, gerçek, adalet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularla ilişkilidir. Bunların üzerine düşünceler geliştirilir. Bu noktada iç mimarlık ve felsefeyi bağdaştırabiliriz. Çünkü iç mimarlıkta da felsefede olduğu gibi asıl olan, merkezde yer alan insandır.
Her ikisi insanın tüm yaşamı boyunca iç içe bulunduğu iki daldır aslında. Mimari de felsefenin cevap aradığı soruları, üzerine düşündüğü konuları, tasarım sırasında göz önünde bulundurmalıdır. Çünkü iç mimarlık ve mekan toplumu olduğu gibi yansıtır.
Bütün çevremiz iç mimarlık ve mimarlık ürünleri ile çevrili, istesek de istemesek de bu yapılı çevre bizi çepeçevre kuşatmış durumdadır ve her ne kadar farkında olunmasa da yapılı çevre fiziksel ve ruhsal açıdan insanlarda olumlu ya da olumsuz etkilere sebep olmaktadır.
Dolayısıyla insan yaşamını güzelleştirmek, kolaylaştırmak, anlamlandırmak, yüceltmek, için yine bunları başarabilmeyi kendine hedef edinmiş olan felsefenin iç mimariyle bir ilişkide olmaması düşünülemez.
Heidegger’in belirttiği gibi kişiyi düşünmeye sevk eden, düşünmeye çağıran konular sayesinde düşünmeye çalışıyoruz. Yani daha önce de belirtildiği gibi var olan birtakım sorunlar, durumlar ya da sorular nedeniyle düşünme ve çözüm bulma eylemi gerçekleştiriliyor. Bu durum felsefe için de iç mimarlık için geçerlidir.
Eğer daha iyiyi, daha doğruyu ya da daha güzeli bulma çabaları olmasa insan yaşamını geliştirmek esas alınmasa kişileri harekete geçirmek mümkün olmayacaktır.
Anlam, bir anlam aramak, kavramlardan ya da sorulardan yola çıkarak birtakım araçlar kullanarak bir sonuca, çözüme yani bir anlama erişmeye çabalamak. Anlam bir şekilde algılamadır aslında. Bir şeyin algı süzgecimizden geçtikten sonra bize anlattıklarıdır.
Felsefenin üzerine eğildiği konular tam da bu şekilde anlamın algılanmasıdır.
İç Mimaride de algı söz konusudur. Bir mekanda yapılan küçük oynamalar, dokunuşlar, eklemeler, değişiklikler, ışık, ses, koku farklı algılar oluştururlar o mekanın kullanıcılarında.
O algılar da birer anlama dönüşür kullanıcılar için.
Herkes farklı algıladığından mekanın ifade ettiği anlamda kişiden kişiye değişiklikler gösterir. Ayrıca mekandaki yaşanmışlıklar ve deneyimler de birer anlama dönüşür .
Dolayısıyla tasarım esnasında yapılan dokunuşlarla mekana anlam katmaya çalışırız ve bu anlam kullanıcılar tarafında tekrar bir anlam kazanırlar.
Felsefe, düşünme, dil ve anlam üzerine yazılmış bu yazılar okunduğunda iç mimarlık ve felsefe arasında bağlantılar olduğu, iç mimarlığın ve mimarlığın da bir felsefesi olması gerektiği, kendine bazı şeyleri dert edinip sorular sorması ve bunların üzerine çeşitli araçlar kullanarak gitmesi gerektiği şeklinde bir yorum yapılabilir.
Zeynep Dündar – 17.02.2012
FELSEFE VE İÇ MİMARLIK İLİŞKİSİ HAKKINDA